Hemoroid (Basur)


BASURDAN KORUNMA YOLLARI
1. Her gün düzenli olarak sıcak banyo yapınız
Sıcak banyo 5-10dk süre ile bir küvet içinde oturma banyosu olarak veya duş sırasında, fıskiye ile makat bölgesine sıcak uygulaması tarzında yapılmalıdır. Böylece hem o bölge temizlenir hem de o bölgedeki kan dolaşımı hızlanır.


2. Tuvalet temizliğine dikkat ediniz
Tuvaletten sonra kalan dışkı artıklarının temizlenmesi için tahriş edici kuru tuvalet kağıtları yerine bol su ve ıslak-yumuşak tuvalet kağıtları kullanılmalıdır.

3. Kabız olmaktan kaçınınız
Sertleşen dışkı zorlamaya bağlı olarak basur ve çatlak oluşumuna neden olur. Bunu engellemek için bol lifli yiyecek alınmalı, düzenli beslenme alışkanlığı edinilmeli, bol su alınmalı ve düzenli egzersiz yapılmalıdır. Böylece dışkının ideal kıvamı olan, diş macunu yumuşaklığı elde edilir.


4. Düzenli tuvalet alışkanlığı edininiz ve ertelemeyiniz
Tuvalet alışkanlığımızı sağlamak için mümkün olduğunca günün aynı saatleri kullanılmalıdır. Tuvalet ihtiyacının ertelenmesi, bize kabızlık olarak geri dönecektir. Dolayısıyla da basurumuz azacaktır.


5. Tuvalette fazla ıkınmayınız, Gazete-Dergi okumayınız
Aşırı ıkınma, karın içi basıncını artıracaktır. Bu ise makat bölgesindeki kan akım hızını azaltacak ve hemoroid damarlarında kan birikimine neden olacaktır. Böylece hemoroid memelerinde şişme ve kanama oluşacaktır.


6. Kıymetini bilip sıcak tutunuz
Soğuk ortamlarda makat etrafındaki kan akım hızı azalacaktır. Buna bağlı olarak makat etrafında aniden gelişen ağrılı şişlikler ortaya çıkacaktır. (şiş-ağrılı basur).


7. Uzun süre aynı pozisyonda kalmayınız
Ayakta veya oturarak aynı pozisyonda uzun süre kalmak, bu bölgedeki kan akım hızını azaltacaktır. Bu ise hemoroid memelerinin büyümesine ve şişmesine neden olacaktır. Ara sıra da olsa pozisyonunuzu değiştirin ve hareket edin, en azından arada kısa bir tur atın.

8. Uzun süre araba kullanmayınız
Taksi, minibüs ve özellikle uzun yol kamyon şoförleri bundan daha çok etkilenir. Bu nedenle belli aralarla mola verip, şoför koltuğunda kalkıp dolaşmak gerekmektedir.

9. Alkol ve baharatlı gıdalardan uzak durunuz.
Alkol bu bölgedeki kan akımını değiştirerek hemoroid memelerinin şişmesine ve kanamasına neden olmaktadır. Aynı şekilde baharatlı gıdaların fazla alınması da dışkılama sırasında bu bölgenin tahrişine ve ağrılara sebep olmaktadır.

10. Doğru teşhiş için muayene olunuz
Tüm bunlara rağmen makat şikayetleriniz olduğunda ise kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülük, “basurdandır, herkeste oluyor” diyerek önemsememektir. Çünkü makat kanserleri de bazen benzer şikayetlere neden olabilir...

Multipl Skleroz (MS) Hastalığı

1. MULTİPL SKLEROZ NEDİR?
Multipl Skleroz (MS) iki önemli bölümden, beyin ve omurilikten oluşan merkezi sinir sistemine ait bir hastalıktır. Merkezi sinir sisteminde sinir liflerini çevreleyen ve koruyan miyelin isimli yağlı bir doku vardır ve bu doku sinir liflerinin elektrik uyarılarını iletmelerine yardımcı olur. MS’de miyelin skleroz adı verilen nedbeler bırakarak birçok bölgede yok olur. Hasar gören bu bölgeler plaklar veya lezyonlar olarak da bilinir. Miyelin sadece sinir liflerini korumakla kalmayıp, görevlerini yerine getirmelerini de sağlar. Miyelin yok olduğunda veya hasar gördüğünde, sinirlerin beyine giden veya beyinden gelen elektrik uyarılarını iletebilme kapasiteleri kesintiye uğrar ve bu durum çeşitli MS belirtilerini (semptomlarını) ortaya çıkarır.
MS bulaşıcı değildir. Aile hiç kimse hastadan bu hastalığı kapmaz.

2. BU HASTALIĞIN NEDENLERİ NELERDİR?
MS’in kesin nedeni bilinmese de, birçok araştırmacı miyelin hasarının vücudun immün sisteminin (bağışıklık sisteminin) anormal bir yanıtından kaynaklandığına inanır. Normal koşullarda, immün sistem virüsler veya bakteriler gibi yabancı “istilacılara” karşı vücudu korur. Otoimmün hastalıklarda vücut istemeyerek kendi dokularına saldırır.
MS’de ise, saldırılan madde miyelindir.
Bilim adamları miyeline saldırması için immün sistemi tetikleyenin ne olduğunu henüz bilmiyor. Birçoğu çok sayıda faktörün devreye girdiğini düşünüyor.

3. MS BELİRTİLERİ (SEMPTOMLARI) NELERDİR?
Belirtiler merkezi sinir sisteminin hangi bölgelerinin etkilendiğine bağlı olarak ortaya çıkar. Herkes aynı şekilde etkilenmez. Belirtiler sadece kişiden kişiye değişiklik göstermekle kalmayıp, aynı kişide zaman içinde de değişiklik gösterebilir. Bu belirtiler ciddiyet ve süre açısından da çeşitlilik gösterir.
MS’i olan bir kişi genellikle birden fazla belirti yaşar ancak bu belirtilerin hepsi herkeste görülmez.
Belirtiler, halsizlik, karıncalanma, hissizlik veya duyu zayıflaması, koordinasyon zayıflığı, yorgunluk, denge problemleri, görme bozuklukları, istemsiz hızlı göz hareketi (nistagmus da denir), titremeler, spastisite veya kas sertleşmesi, bozuk konuşma, bağırsak veya mesane problemleri, yalpalayarak yürüme (ataksi), cinsel işlev sorunları, ısıya hassasiyet ve kısa süreli bellek sorunları, hüküm veya muhakeme problemlerinden (kognitif problemler) oluşur. Ciddi durumlarda MS kısmi veya tam felce neden olabilir.
MS’i olan kişilerin çoğunda bu belirtilerin tamamı görülmez.

4. MS TANISI NASIL KONMAKTADIR?
Tek başına hiçbir test MS tanısı koyamadığı için çeşitli test ve yöntemlere gerek duyulur. Bu testler şunlar olabilir;
* Doktorun geçmiş belirti ve bulguların varlığını araştıracağı tıbbi öykü.
* Ayrıntılı bir nörolojik muayene.
* Beyin ve omuriliğin kesin ve oldukça detaylı görüntülerini veren ve görece yeni bir görüntüleme biçimi olan MRI (manyetik rezonans görüntüleme).
* “Uyarılmış potansiyeller” adı verilen ve merkezi sinir sisteminin belli bir uyarıya verdiği yanıtı ölçen çalışmalar.
Daha az kullanılan ancak tanının olağandan daha zor olduğu durumlarda faydalı olan diğer bir inceleme de:
* Spinal kanalı çevreleyen sıvının (serebrospinal sıvı veya SSS) bileşimini araştıran beyin omurilik sıvısı incelemesi.

5. İKİNCİ GÖRÜŞLERİ - TANIYI DOĞRULAMAK İÇİN - ALMAK İYİ BİR FİKİR Mİ?
Hasta sadece bir doktorla görüştüyse, hiç kuşkusuz ikinci bir görüş almak mantıklı olur. Tanıyı doğrulatma ilk doktorunuzu aşağılamaz veya üzmez. Başka bir uzmana sevk edilmek için doktor tavsiyesi alabilir veya MS derneklerine telefon edebilirsiniz.

6. BİR SONRAKİ AŞAMA NE OLACAK?
Bunu hiç kimse gerçekten bilmiyor; ancak hasta ve doktorun kişisel durum üzerine mutlaka bir konuşma yapması önerilir.
Hastanın en sık duyacağısözler “öngörülemez” ve “değişken” sözleridir. MS sadece kişiden kişiye büyük oranda değişiklik göstermekle kalmayıp, aynı kişide zaman içinde de değişiklik gösterir. Bu öngörülmezlik ile yaşamak MS ile yaşamanın parçasıdır.
Birçok kişi şiddetlenme dönemleri geçirir. Bunlar yeni belirtilerin ortaya çıktığı akut ataklar, veya varolan belirtilerin daha ciddi hale geldiği nüksler olarak da isimlendirilirler. Şiddetlenmeleri genellikle düzelme dönemleri (remisyonlar) izler ve bu remisyonlar hastayı nüks öncesi haline geri döndürebildikleri gibi, geriye bazı sakatlıklar da bırakabilirler. Bu MS biçimi genellikle nüks-remisyon gösteren MS olarak isimlendirilir. (Relapsing-remitting MS)
Her MS aynı olmaz. Bazı kişilerde birkaç ciddi atak görülür veya hiç görülmez, bunun yerine belirtilerin sürekli kötüleştiği ve zaman içinde sakatlığın ortaya çıktığı da görülebilir. Erken bir nüks-remisyon dömemini sürekli kötüleşme durumu izleyebilir, ki bu durumda sekonder progresif MS ismini alır. Veya başlangıçtan itibaren ilerleme mevcut olabilir ve bu durumda primer progresif MS ismini alır. Şekil ne olursa olsun MS herhangi bir zamanda duraklayabilir.
İlk birkaç yıllık MS deneyi, hastalığınuzun vadeli seyrinde hasta ve doktor için muhtemelen en iyi yol gösterici olur. Geçmişte MS’i olan başka hastaların bakımını da yapmış bir doktor, hastanın durumu ile ilgili başka görüşlere de sahip olabilir.

7. MS KALITSAL MIDIR?
MS doğrudan doğruya kalıtsal olmamak ile birlikte çalışmalar ailesel eğilimin varolduğunu ortaya çıkadılar. Bu durum da kardeşlerin veya diğer yakın akrabaların hastalığı geliştirmelerinin bir ölçüde daha mehtumel olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte, MS’i olan kişilerin yüzde 80’inde MS’i olan yakın bir akraba görülmez.

8. MS KİMLERDE GÖRÜLÜR?
MS kadınlarda erkeklerin neredeyse iki katı bir oranda görülür. Birleşik Devletler’de yaklaşık 350.000 kişinin MS ile yaşadığı tahmin ediliyor. Bazı karmaşık MS olgularına tanı koymak zor ve bulaşıcı bir hastalık olmadığı için olguların bildirilmesi zorunlu yok. Bu nedenle MS’i olan kişilerin gerçek sayısı sadece tahmin yoluyla hesaplanabiliyor.
Bütün dünyada MS tropikal iklimlere nazaran ılıman iklimlerde daha sık görülüp ve beyaz tenli, özellikle de ataları Kuzey Avrupalı olanlar arasında daha sık ortaya çıkıyor.

9. MS’İ DURDURACAK VEYA TEDAVİ EDECEK HERHANGİ BİR TEDAVİ VAR MI?
Bilinen bir tedavi mevcut değil. Ancak atakların sıklığını veya ciddiyetini azaltan ve özürlülük artışını yavaşlatan yeni tedaviler bulunuyor. Umut veren ilaçlar üzerinde da çalışmalar sürüyor. MS tedavisi oldukça hızlı değiştiği için doktordan güncelleşmiş tavsiyeleri almak üzere temas içinde olmanız iyi bir fikir. Ulusal MS Derneği de yeni gelişmeleri almak için bir bilgi kaynağıdır.
Türkiye için telefon numaraları:
1) Türkiye MS Derneği Genel Merkezi: 0212 275 22 96 - 275 22 97
2) Türkiye MS Derneği Ankara Şubesi: 0312 440 02 65
3) İzmir MS Derneği: 0232 238 88 88
4) Bursa MS Derneği: 0224 442 83 00

10. BELİRTİLERİ İYİLEŞTİRMEYE YÖNELİK HERHANGİ BİR TEDAVİ MEVCUT MU?
Evet. Örneğin, kaslardaki sertleşme bazı ilaçlarla azaltılabilir. Spastisite ve yorgunluk fizik tedavi rehabilitasyon tedavisi ile de tedavi edilir.
Mesane problemleri bazen çeşitli ilaçlar ile iyileşme gösterebiliyor. Kendi kendine kateter takma gibi teknikler kolayca öğrenilebilir. İdrar yolları enfeksiyonlarının hemen tedavi edilmesi ve yeterli sıvı alımı başka mesane komplikasyonlarını önlemeye yardımcı olabilir. Bağırsak problemleri hacimi artırmaya yönelik diyet, fitiller ve ilaçlarla tedavi edilebilirler. Yakıcı, ağrılı veya sıra dışı duyular ilaçlarla tedavi edilebilirler. Kognitif problemlerle ise rehabilitasyon ve eğitim ile başedebilir.

11. REHABİLİTASYON NE SAĞLAYABİLİR?
Fizik tedavi (FT) zayıflamış veya eşgüdüm bozukluğu olan kasların kuvvet kazanmalarına yardımcı olabilir. FT düzenli hareket egzersizlerini, germeyi, yürüme eğitimini ve bastonları, yürüteçleri ve diğer yardımcı aletleri en iyi şekilde kullanmayı, nakil eğitimini (yani örneğin, tekerlekli sandalyeden arabalara geçmeyi öğrenmek) ve toplam fonksiyonu ve dayanıklılığı iyileştirmeye yönelik kuvvetlendirme egzersizlerini kapsayabilir.
Rehabilitasyon tedavisi (RT) günlük yaşamda bağımsızlığı iyileştirmeye hedefler. RT giyinme, kendine düzen verme, yemek yeme ve araba kullanma tekniklerini öğretir ve koordinasyon ve kuvvetlenmeye yönelik egzersizler de sunabilir. Bir rehabilitasyon terapisi evi veya işyerini güvenilir ve bağımsız hareket edilebilir mekanlar halinde düzenlemek için aletler ve yollar tavsiye edebilir.
Konuşma tedavisi kasların zayıflaması veya kötü koordinasyonu nedeniyle konuşma veya yutkunma zorluğu çekenler için iletişimi kolaylaştırır. Konuşma terapistinin kullandığı teknikler egzersizi, ses eğitimini veya özel aletlerin kullanımını içerebilir.

12. EGZERSİZ YARDIMCI OLUYOR MU?
Tek başına egzersiz MS’i düzeltemez ancak genel sağlığı iyileştirebilir ve kullanılmamaktan veya etkinsizlikten kaynaklanan komplikasyonların önüne geçebilir. Egzersiz iştah ve uykuyu düzenlemeye yardımcı olduğu ve kendini iyi hissetmeye katkıda bulunduğu için düzenli bir egzersiz programı fiziksel olduğu kadar psikolojik avantajların da elde edilebilmesini sağlar.

13. YA İŞ HAYATI? İŞVERENLERİN NELERİ BİLMESİ GEREKLİDİR?
Kişiden kişiye değişiklik gösteren MS’in, dolayısıyla iş durumu üzerindeki etkisi de değişiklik gösterir.
Bir krizin ortasında iken -gerek tanının hemen sonrasında, gerek belirtilerin birdenbire canlandığı bir sırada- işle ilgili büyük kararlar vermek pek akıllıca olmaz. İlk olarak, acil sorunlardan kurtulmak için hastanın kendisine zaman tanıması gerekir. Sonra seçeneklerini anlamasına yardımcı olacak bilgi toplaması önerilir.
Hastanın konulan tanıyı iş arkadaşlarına ve patronuna açıp açmaması kişiye kalır. Eğer tıbbi bir muayeneyi gerektiren bir iş imkanı sunuluyor ise, tanı ve/veya belirtiler konusunda dürüst olmanız iyi olur.

14. MS CİNSELLİĞİ ETKİLER Mİ?
MS ile bağlantılı her şey fiziksel belirtilerden duygusal etkisine dek cinsel hayatı etkileyebilir. Ancak bu cinsel problemlerin başarılı bir şekilde tedavi edilemeyecekleri anlamına gelmez. MS’i olan kişiler tatminkar bir cinsel yaşam yaşayabilirler.
Birkaç önemli öneri:
* Eşinizle duygularınızı paylaşmaya çalışın.
* Dürüstçe iletişim kurun.
* Fiziksel belirtilerle ilgili tıbbi tedavi görün.
* Fiziksel olmayan problemler için bir psikoterapist veya cinsel terapi konusunda uzmanlaşmış bir danışmana da başvurulabilir.

15. MS’İ OLAN BİR KİŞİDE DEPRESYONA SIK RASTLANIR MI?
MS tanısı konulduğunda veya MS kötüleştiğinde hasta korku, şaşkınlık, kontrol kaybı ve bir ızdırap duyabilir. Şu ya da bu zamanda MS’i olan kişilerin yüzde 30 ila 40’ı doktorların hafif ya da orta derecede depresyon olarak tanımladıkları öküntüye girmektedirler. Depresyon bu hastalığın neden olduğu hasarın doğrudan bir sonucu da olabilir. Depresyon ilaçlarla ve danışmanlıkla tedavi edilebilir.
Kendini rahatsız hisseden hastanın, yardım istemenin zayıflık değil, güçlülük olduğunu unutmaması gerekir. Ve bir uzmana sevk etmesi için doktoru ile konuşması önerilir.

16. AİLE DANIŞMANLIĞI YARDIMCI OLABİLİR Mİ?
Bütün aile MS ile yaşar. İş, oyun -neredeyse herşey- açısından ailenin gündelik alışkanlıklarını değiştirebilir ve herkes bundan etkilenir. Danışmanlık hizmeti vermek bütün ailenin hastalığı alışmasına yardımcı olabilir.

17. ÇOCUKLARA MS’İ ANLATMANIN EN İYİ YOLU NEDİR?
Küçük çocuklar temel, basit açıklamalara ihtiyaç duyarlar. Konuları gizlemek yerine tartışmak her yaştan çocuk için daha faydalı olur. Çocuklar genellikle ailelerinin düşündüğünden daha esnektirler ve acı gerçekleri kabul edebilirler. Hiç kuşkusuz, bütün çocukların MS ne getirirse getirsin güvenilir olacaklarına ve bakılacaklarına dair güvence duymaya ihtiyaç duyarlar.

18. GEBELİĞİN MS ÜZERİNDE BİR ETKİSİ VAR MI?
Çalışmalar gebeliğin MS’in uzun vadeli seyrini değişikliğe uğratmadığı gösteriyor. Bununla birlikte, birçok kadın gebelik sırasında bir remisyon yaşıyor ve ardından doğum sonrasındaki belirtilerde geçici bir artış gösteriyor.

19. STRES MS’İ KÖTÜLEŞTİRİR Mİ?
Stresin MS’e neden olduğuna veya kötüleştirdiğine ilişkin kanıt yok. Ancak MS’i olan kişiler stresle de mücadele tekniklerinden fayda görebilirler:
* Olabildiğince aktif olun -zihinsel ve fiziksel açıdan.
* Zamanı enerjiyi koruyacak şekilde kullanın.
* Yaşamı basitleştirin -öncelikler koyun.
* Gevşeme/meditasyon egzersizlerini öğrenin.
* Çözülmesi zor sorunlar için yardım alın.
* Eğlenceye zaman ayırın ve mizah duygunuzu koruyun.
* Gerçekçi hedefler ve beklentiler oluşturun.
* Değiştirilemeyecek olanı kabul edin.

20. SİGARA VE İÇKİ İÇMEK MS’İ ETKİLER Mİ?
Sigara içmenin MS’i kötüleştirdiğine ilişkin kanıt yok. Ancak sigara nefes darlığına, akciğer enfeksiyonlarına eğilimli olmaya ve kalp düzensizliklerine neden olabilir -bunlar sakatlığa katkıda bulunabilecek bulgular olup kuvvet azlığı ve ince beceri koordinasyon bozukluğu nedeniyle bu belirtileri gösteren kişi sigara kullanıyorsa, yangına neden olabilir.
İçki içme ince beceri bozukluğuna, denge bozukluğuna ve kötü konuşmaya neden olur. Aynı zamanda muhakemeyi kötüleştirir ve davranışı değiştirir. Yine alkolün MS’i kötüleştirdiğine dair kanıt olmasa da bütün bunlar varolan nörolojik bulgulara eklenmektedir.

21. SICAKLIK MS’İ NASIL ETKİLER?
Sıcaklık MS’i kalıcı bir şekilde kötüleştirmez. Ancak hepsi olmasa da, MS’i olan birçok kişi sıcak ve nemli havanın, sıcak bir banyo veya duşun veya ateşin belirtileri geçici olarak kötüleştirdiği görüşündeler. Günün sıcağından kaçınmak ve sıcak su yerine ılık suda banyo yapmak iyi olur. MS’i olan birçok kişi buz torbaları, buzlu içecekler ve ılık banyolarla serinlemenin belirtilerin azalmasına yardımcı olduğunu düşünüyorlar.

22. LOKAL YA DA GENEL ANESTEZİ TEHLİKELİ MİDİR?
MS’i olan bir kişi için genel anestezinin taşıdığı riskler herhangi birinin taşıdığı riskle yaklaşık aynı olup yalnız bir istisna bunun dışında tutulur: Ciddi, ilerlemiş MS’i olanlar önlem alınmasını gerektiren solunum problemlerine sahip olabilirler.
Allerjisi olmayan hastalar için sadece novokain gibi sık kullanılan lokal anestezilerden kaçınmak gerekmez. Doğum sırasında kullanılan epidural anestezi gibi omurilik anestezileri daha problemli olabilir. MS’i olan çok sayıda kişi epidural anesteziyi iyi tolere edebilse de, bazı nörologlar yöntemde olası komplikasyonların olduğunu düşünüp, bu yöntemi önermiyorlar.

23. GRİBE KARŞI AŞI YAPTIRMAK GEREKLİ MİDİR?
Grip aşısı tartışmalıdır. Grip aşıları bazı kişilerde MS belirtilerinde bir artışa neden olabiliyor. Bununla birlikte, grip aşılarının şiddetlenmelerin sayısında bir artışa neden oldukları fikrini destekleyecek kanıt da halihazırda mevcut değildir.
Öte yandan, grip gibi viral enfeksiyonlar ve şiddetlenmeler arasında bir ilişki olduğuna ilişkin yeterli kanıt vardır. Gribi izleyerek bir şiddetlenme yaşamış kişiler grip aşısı olmayı düşünebilirler. Bir kural olarak, immünsupresif ilaçlar kullanan kişilerin her türlü aşılamadan kaçınması gerekir.

24. MS’İ OLAN BİR KİŞİ İÇİN HERHANGİ BİR DİYET ÖNERİSİNDE BULUNULABİLİR Mİ?
MS’in diyete bağlı bir nedeninin olduğuna ilişkin bilimsel kanıt yoktur, bu nedenle özel bir diyete gerek duyulmaz. Birçok “MS diyeti” mevcuttur ancak bunların hiçbirinin uzun vadede etkili olduğu kanıtlanmamıştır.
İyi dengelenmiş yemekler genel sağlık için çok önemlidir, bu nedenle hastanın ne yediğine dikkat etmesi esas alınır.

25. ALTERNAİTF TEDAVİLER YARDIMCI OLUR MU?
Akapunkturun, yoganın, görselleştirme ve gevşeme tekniklerinin veya katkılı gıdaların (vitaminler dahil) MS üzerinde kanıtlanmış bir etkisi yoktur. Bununla birlikte, bazı kişiler alternatif tedavilerin kendilerini daha iyi hissetmelerine yardımcı olduğunu düşünüyorlar.
MS’i olan bir kişi, kendine yardımcı olan her tekniği seçebilir. Ancak alternatif bir tedavi görmeye karar vermeden önce, bu tedavinin potansiyel risklerini, yararlarını ve maliyetini araştırması önerilir. Ayrıca planlarını doktoru ile konuşması tavsiye edilir.

Alzheimer

Alzheimer Hastalığı, bellekte ve öğrenme, konuşma, akıl yürütme, yargılama, iletişim ve günlük yaşam etkinliklerini sürdürme yetilerinde kademeli olarak yıkıma ve davranışlarda değişikliklere yol açan ilerleyici bir beyin hastalığıdır.1 Alzheimer Hastalığı, halk arasında "bunama" diye adlandırılan demansm en sık nedenidir.

Alzheimer Hastalığı adını, Alman doktor Alois Alzheimer'den almıştır. Dr. Alzheimer 1906 yılında Tübingen'de düzenlenen Güneybatı Alman Psikiyatristler Konferansında ilk kez bir demans vakasının sunulduğu çok çarpıcı bir ders vermiştir. Dr. Alzheimer bu konferansta Auguste D adlı 51 yaşındaki kadın hastasını sunmuştur. Dr. Alzheimer ilk muayene sırasında bu hastada, ilerleyici zihinsel bozukluklar (hafıza, kavrama, konuşma ve yön bulma bozukluğu), işitsel halüsinasyonlar, hezeyanlar ve belirgin davranış bozuklukları saptamıştır. Daha sonra bu hastayı 1906 yılında ölene kadar yaklaşık 5 yıl boyunca izlemiştir. Hastanın ölümünden sonra yapılan otopside beyinde anormal kümeleşmeler (günümüzde amiloid plaklar olarak adlandırılmaktadır) ve lif yumakları (nörofibriler yumaklar) saptamıştır. Bugün beyindeki bu yumaklar ve plaklar Alzheimer Hastalığının beyinde oluşturduğu ana değişiklikler olarak kabul edilmektedir.

Bilim insanları daha sonraları Alzheimer hastalarının beyinlerinde başka değişiklikler de saptamıştır. Beynin, bellek ve diğer zihinsel yetiler açısından büyük önem taşıyan bölgelerindeki sinir hücreleri ölmekte ve sinir hücreleri arasındaki bağlantılar bozulmaktadır. Ayrıca sinir hücreleri arasında mesajları taşıyan bazı kimyasal maddelerin düzeyleri de azalmaktadır.

Alzheimer Hastalığı günümüzde milyonlarca kişiyi etkilemektedir. Alzheimer Hastalığının yaşlanmanın normal bir sonucu olmadığının bilinmesi çok önemlidir. Çünkü, hastalığı ortadan kaldıran bir tedavi olmamakla birlikte, hastalığın belirtilerini azaltabilen ve hastanın yaşam kalitesini iyileştirebilen tedaviler bulunmaktadır.
Bu yıl 100. yaşına ulaşan Alzheimer Hastalığımla ilgili çalışmalar yoğun bir biçimde sürmektedir. Bu hastalığa ilişkin bilincin artması ve erken dönemde, hastanın günlük yaşamıyla ilgili düzenlemeler, hasta bakımı ve ilaçlardan oluşan tedaviye başlanması gerek hasta ve hasta yakınlarının yaşamlarının daha kolaylaşmasına gerekse bu hastalığın topluma getirdiği yüklerin azaltılmasına yardımcı olacaktır. Bunun en önemli basamaklarından birisi toplum, doktorlar, bilim insanları, hastalar, hasta yakınları ve hasta/meslek örgütleri arasındaki işbirliğinin geliştirilmesidir. Alzheimer Hastalığımın 100. yılında bu hastalık konusundaki bilincin ve dayanışmanın geliştirilmesi Alzheimer Hastalıgı'yla mücadele gücümüzü önemli ölçüde artıracaktır.

Akupunkturun Bilimsel Temelleri

1-Analjezik etki

2-Homeostatik etki (otonom sinir sistemi)

3-İmmün sistemi artırıcı etki

4-Sedatif etki

5-Psikolojik etki

Akupunktur (PAG periaquaductal gri cevher) etkileyerek 5 HT (Serotonin)salgılanmasına neden olur.

Serotinin blokeri Siproheptadin verilidiğinde Akupunktur analjezisinin de azaldığı ve serotinin salgılamadığı tespit edilmiştir.

ANALJEZİK ETKİ

Ağrı subjektif bir bulgudur. Hoş olmayan bir duygu tecrübesi olup doku hasarı veya olma eğilimi vardır. Akupunktur’un ağrıyı azaltmasında 3 teori ortaya atılmıştır.

a)Gate Kontrol Teorisi

b)Nosiseptif Afferent Teori

c)Endorfin Teorisi

a)Gate Kontrol Teori: burada sinir uçlarını geçiren kapılar vardır.1965 yılında Melzack ve Wall bu teoriyi ortaya attılar. Buna göre ağrı; periferdeki sinir aktivasyonun (impuls) talamo-kortikal sisteme ulaştığı zaman ortaya çıkar. Ağrının hissedilmesi için impulsun belli bir ölçüye çıkması gerekir. Kapılar sipinal kordun substansia Gelatinoza bölgesindedir. Buna göre C grubu ince miyelinli sinirler ağrıyı taşırlar buradan spinal cordun arka köklifleri buradan da nöronlarla sinoptik kontak kurarak arka gri cevhere gelir. Buradan da karşı ön lateral spiral korda gelir. Buradan da lateral spino talamik yolla uyarılar talamusa buradan da kortekse ulaşır ağrı duyulur.

Akupunktur iğnesi ise kalın miyelinsiz olan A delta liflerini uyarır bu da substansiya gelatinozadaki kapıyı kapatarak ağrı impulsunun yukarı gitmesine engel olur. Akupunktur iğnesi dokunma ve basınç reseptörlerini uyarır.

b)Nosisptif Afferent sistem teorisi: Ağrı çıplak sinir uçları ile algılanır. Ağrı duyumu sadece patolojik durumda duyulur. Uyarılarda nosiseptif reseptörler aşırı derecede mekanik, sıcak, soğuk ve kimyasal etkilerle dokuları tahribi ile uyarılırlar. Nosiseptif reseptörler plexsuslar aracılığı ile uyarıları santral sinir sistemine taşır. Miyelinsiz sinir liflerinden oluşan bu plexsuslar dokulara girer ve kan damarlarını çevreler normalde inaktiftir. Dokuların mekanik bükülmesi ile laktik asit, K artışı, pH 6’nın altına düşmesi sonucu histamin, Polileptit kininler, serotonin, prostoglandirler salgılanır. Bu da reseptörleri uyararak afferentlerle santral sistemine ulaşır.

Dokularda ayrıca mekano reseptörler vardır. Reseptörler kalın ve ince lifler olarak ayrılır. Kalın olanı mekân reseptörler ince olanı nosiseptif afferent liflerdir.

Akupunktur; mekano-reseptörleri (kalın) uyarırlar bu da inhibitör impulsu taşıyarak nosiseptif afferent lifler üzerine inhibe eder ve diğer ağrı impulsunun yukarı taşınmasını engeller. Fizik tedavide doku vibrasyon, elektiriksel stimulasyon, ağrıyan yere masaj yapılması da aynı mekanizmayla açıklanabilir.

c)Endorfin teorisi: Anterolateral Spinal traktüslerin % 30‘u talamus posterir çekirdeklerinden geçer. Ağrıyı duyan talamus değildir. Yollar buradan beyin üst bölgelerine (talamus kortikal)geçer. Buradan 3 bölgeye uzanır. Parietal temporal ve frontal.

Parietal: Ağrının nerede olduğunu ve kalitetif yapıyı algılar.(yakıcı, künt, vs.)

Temporal: Ğeçirmiş olduğu hafıza yer alır ağrının ne kadar süreyle sürdüğü ve başladığı frontal acı hissini duyar.

Bu 3 bölgenin uyarılmasında retüküler nöronların aktivasyonu önem taşır. Eğer retüküler nöronlar az aktive olmuş ise ağrı yukarıya taşınır. Yani retüküler neronlar da mekano reseptörler g.b. görev alırlar. Bu retikülo-spinal yolla spinal kordaki apikal spinal nöronlarada etki ederek inhibisyona dolayısıyla da ağrının yukarı çıkmasını engeller.

Bu inhibisyonun bir şeklide orta beyinden salgılanan ve BOS’a da geçen (periaqua ductal gri madde) endorfinler retiküler sistemi etkileyip periferik nosiseptif aktiviteyi engeller.

İşte akupunktur endorfin ve diğer opiafları salgılattığı için retiküler axorların inhibitör etkisi başlatır.

Endojen Opiatlar:

Bunlar biokimyasal peptidlerdir Pituatary gland, hipotalamus ve spinal cord’dan salgılanır.

3 gruba ayrılır.

1-Pro-opiomelanokortin.

— B Endorfin (hipofiz ön lobunda bulunur)

2-Pro - enkefalin A sistemi

— metenkefalin

— Lö – enkefalin (beyin ve spinal kord)

sürrenal, G.İ. S,çeperi ve sempatik ganglionlar.

3-Pro-enkefalin B sistemi

Dinorfin, B neoendorfin.

Akupunktur uyarımı sonrası metenkefalin ve de B endorfin seviyesi artar bu da ağrının azalması ve kişinin rahatlaması sakinleşme açısından önem taşır.

HOMEOSTATİK ETKİ:

Otonom sinir sistemi iç organların çalışmalarına sürekli ve otomatik olarak kontrol eder. Sistem, dolaşım, boşaltım, solunum, sindirim ve üreme fonksiyonlarını ayarlar ve düzenler. Otonom sinir sistemi iç organ sistemlerini vücut sıvıları içindeki su, elektrolit, asit, baz dengesinide kontrol altında tutmaktadır.

Bir iç organın çalışmasındaki bir değişiklik diğer bütün organları da etkileyebilir. Otonom sistemleri bunları düzenlerken birçok ilişkide bulunduğu alanda vardır. Bunlar spinal kord, retüküler formasyon, diğer beyin nükleusları, limbik sistem, serebral hemisfer, hipotalamus ile bilgi alış verişinde bulunur. Şahıs bu sistemin şuurunda değildir haberdar da değildir. Periferal dokularla beyin ve spinal kodlar arasında ki otonom ilişkiler ganglion aralığı ile kurulur. Ganglionlar ya organ içinde bulunur veya spinal kordun yanında (sempatik ganglionlar) şeklinde bulunur.

Otonom sinirler efferent sinirlerdir. Mutlaka bir gaglionla sonlanır. Spinal sempatik sinirler T1-L2 arasından çıkar bunları hücre gövdesi lateral gri boynuzdandır. Bunlardan ventral kök ile her bir segmentten çıkarlar.

Buradan sempatik ganglionlara gelip buradan iskelet kaslarına giderler, sempatik gangliondan çıkan bir diğer kol ise ikinci bir kolleteral ile ganglionla ilişkiye girer buradan da iç organların düz kaslarına giderler. Dolayısıyla torekal ve lumbal bölgeye yapılan akupunktur bu alandaki iç organlarıda etkilemektedir.

Aynı şekilde damarlar üzerinde vaso konstrüksiyon-vasodilatasyon yaparak hipertansiyon tedavilerinde, gene mide aynı şekilde uyarılarak motilde ve HCL asidin azaltılması sonucu gastrite ve duadenal ülser tedavilerinde geçerlidir.

WHO 1970 yılından bu tarafa Akupunkturla ilgili tüm çalışmalara destek vermeye başlamıştır. WHO’nun akupunktur noktalarını internasyonel düzeyde aynı dille ve terimlerle kullanılması için birçok deklerasyon yapmıştır. Buna göre 361 klasik akupunktur noktası 48 ekstra nokta ayrıca kulak akupunkturunu tarif etmiştir.

Akupunktur noktaları dikkatle incelendiğinde neredeyse 286 adetinin majör kan damarları bölgesinde bulunduğunu ( bu damarların etrafındada küçük sinir ağları vardır. Ayrıca hemen birçok akupunktur noktasının küçük sinir ağları tarafından çevrelediğini görüyoruz.

Bunlar:

A:Cuteneus: (Sensoryel ve sempatik)

B-Vasküler: (Sempatik ve sensoyel)

C-Muskuler:( Sensoryel ve moter)

İMMÜN SİSTEMİN ETKİSİNİ ARTIRICI ETKİ

Akupunktur bilimsel olarak vücut direncini artırdığı tespit edilmiştir. Örnek verirsek Mide 36 no’lu(Diz kapağının altında ve ön yüzde bulunur) nokta uyarıldığında kandaki akyuvarlar(lökosit ve lenfosit) ın arttığı aynı zamanda lökositlerin fagositoz dediğimiz bakteri ve virüsleri yok etme olayını artırdığı tespit edilmiştir. Özellikle T lenfositlerin salgıladığı interferon seviyesinde belirgin bir artış bulunmuştur.

Lökosit sayısı akupunktur uygulandıktan 3 saat sonra artar ve 24 saat kanda kalır.

Karaciğer retikülo-endotelial sistem hücrelerinde fagositik aktivite 6. günde % 50 12. günde % 70 artar. Önce immün globulin M artar. Özellikle işaret parmağı ve başparmağı arasındaki perdenin sırt üst kısmında bulunan Lİ 4 (Kalın Barsak 4 ) noktası ST 36 ( Mide 36 ) akupunkturla uyarıldığında T hepler (yardımcı ) hücrelerin sayısında belirgin bir artış gözlenir.

Dolayısıyla akupunktur, hem hücresel (fagositoz ), hem de humoral (antikorlar ) immün sistemi uyarır ve fonksiyonlarını arttırır.

SEDATİF ETKİ

Akupunktur tedavisi süresinde beyin aktivitesi değişir EEG de delta ve teta dalgaları azalırken beta dalgaları artar. Bu da kişilerin uyumasını ve stresten arınmalarını sağlar.

Sonuçta akupunkturun sedatif etkisi dolayısıyla epilepsi, ilaç bağımlılığı, fobi, anksiyete(özellikle sigara bağımlılığı tedavisinde )etkilidir.

PSİKOLOJİK ETKİ

Beyinde dopamin ve beta endorfin salgısını artırarak sakinleştirici ve rahatlatıcı etkileri olur. Ayrıca akupunkturun antidepresan etkisi de vardır. Bunu vücuttaki serotinin salgısını artırmakla gerçekleştirir

AKUPUNKTUR NOKTASI

Akupunktur noktası adını verdiğimiz alanlar cilt altı veya kas içinde bulunan alanlardır. Son zamanlarda yapılan tüm çalışmalarda bu bölgelerin diğer cilt alanlarından daha farklı bir elektrik potansiyelinin olduğunu göstermiştir.

Hücrenin uyarılmasına bağlı Na=Sodyum ve K=Potasyum dengesi değişir Bu da hücre memran potansiyelini değiştirir.( 60 mV ) Bir başka araştırmacı ise akupunktur noktalarının bulunduğu alanlarda daha fazla cilt papillaları bulunduğunu ispat etmiştir.

Bir başka deyişle bu noktalarda sinir hücrelerinin alıcılarının daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Gene birçok akupunktur noktası sinir dermatom bölgesine göre dağılım gösterir. Dolayısıyla bu bölgeler kasların motor nöron plaklarına isabet ederler. Bu da demek oluyor ki akupunktur noktasını iğne veya diğer yöntemlerle uyardığımız zaman hem o bölgedeki sinirlerin uyarılması hem de bu uyarıların merkezi sinir sistemine taşınarak (beyne) beyni uyarması gerçekleşir. Beyin de aynı ölçüde cevap vererek birtakım maddelerin Beta endorfin, serotonin, bradikinin v.s salgılanmasını sağlar. Bunlarda rahatsızlıkları giderici mekanizmayı devreye sokar.

Uyarılar beynin hipofiz bezinden beta endorfin salınmasını sağlar. Beta endorfin tıpda kullandığımız sentetik ağrı kesici morfinden 50 kat daha fazla oranda ağrı keser. Ayrıca endorfinler ağrını daha yukarıda ağrıyı duyan merkezlere geçmesini önler. Yani aslında biz doktorlar akupunkturla hiçbir ilaç kullanmadan vücudun tedavisini gene kendisine yaptırıyoruz.

Beyinde özellikle hipotalamus, hipofiz bezi ve de retikülo-formasyonu uyarır.

Akupunkturun yapmış olduğu ağrı azaltıcı (analjezi) özelliği özellikle morfin antagonisti (etkisini bertaraf eden) nalloxon adını verdiğimiz bir madde ile akupunkturun etkisi durdurur.

Akupunkturun en önemli etkisi organik olmasıdır. Bu konu ile birçok kobay ve hayvan deneyleri yapılmış olduğu akupunkturun çok az psikolojik etkisi olduğu, tedaviyi organik bir şekilde yaptığı ispat edilmiştir.

Akupunktur noktasının elektrik rezistansı 50,000 ohm’ken diğer cilt alanları 200,000, ila 2.000.000 ohm arasında yer alır.(1976 yılında Becker 1984 yılında Chan S tespit etmiştir.)Ayrıca akupunktur meridyenleri konusunda 1989 yılında Darras Technetium (TC)=radyo-aktif bir maddedir) yi akupunktur meridyeni boyunca ilerlediğini tespit etmiştir.Kısacası elektrik rezistansı(direnci) düşük olması demek elektrik akımını daha fazla iletir demek(akupunktur noktası )tir .

İnsanın Elementleri

Oksijen dışında insan vücudunun yüzde 61'lik bölümü, 24 yaşamsal elementten oluşuyor. Karbon, hidrojen, oksijen, nitrojen ve fosfor, bunlar arasında e n önemlileri... Ancak vücudumuz, uranyum ve altın gibi dünya üzerinde bulunan 90 ayrı elementi de barındırıyor. En ilginçleri, Cambridge Üniversitesi kimyacılarından John Emsley tarafından a'dan z'ye alfabetik sıraya kondu. Elementlerin değerleri, 70 kilo ağırlığındaki bir insanın vücuduna göre düzenlendi.

İ N S A N I N ELEMENTLERİ.

İnsan vücudu çok karmaşık bir yapıya sahip. Genetik kodları oluşturan DNA'lar ve çok sayıda element, yaşamsal işlevlerin daha sağlıklı yürütülmesini sağlıyor. Bu elementlerin üstlendiği görevler çok farklı... Alkolün vücuttan atılmasından, cinsel uyarıma, sinir sisteminin dengelenmesinden, vücut ısısının kontrol edilmesine kadar çok çeşitli amaçlara hizmet ediyorlar. Hiç işe yaramayanlar da var. Ancak, az ya da çok miktarda bulunmaları halinde sorunlara yol açıyorlar...

Çin'de üretilen ilaçların bir kısmı arsenik içeriyor. Hastalığı benzeri ile tedavi etme yönteminde sık kullanılıyor

As - Arsenik (7 miligram)

Pisibalığı, istiridye, midye ve ka­rides gibi deniz ürünlerinden çok miktarda yendiğinde, fazlasıyla arsenik alınmış oluyor. Ancak, insa­nı zehirlemek için yeterli değil. Ar­senik uyarıcı görevi üstleniyor ve kurnaz at yarışçıları, bunu doping amacıyla kullanıyorlar. Bir atın id­rarında arsenik bulunması, ulusla­rarası kurallar çerçevesinde do­ping sayılıyor.

19.yüzyılda Avusturyalı köylü­ler, arsenik için öldürücü doz ka­bul edilen miktarın iki katını, hafta­da 2 ya da 3 kez tüketiyorlardı. Bu sayede yüksek tepelerde daha hızlı yürüyorlardı. Arsenik, Char­les Dickens da dahil pek çok kişi­nin afrodizyak amaçlı kullandığı bir element. Günümüzde, Çinli hekimler, hastalarını arsenikle tedavi ediyorlar. ABD'de de, Trisenox adı verilen arsenik hapı, kan kanseri tedavisinde kullanılıyor. Çünkü normal kan hücrelerinin üretimini hızlandırıyor.

Br - Brom (260 miligram)

Brom, bir anti-Viagra hapı gibi değerlendirilebilir. Negatif şekli Bromür (Br-) cinsel güdüleri durduruyor. Bu nedenle, Kraliçe Victo­ria döneminde cinsel ilişki günah kabul edildiğinden, doktorlar tara­fından çok sık reçeteye yazılıyordu. Bromür, psikiyatrik hastalıkların her türünde ve sakinleştirici ola­rak kullanıldı. Günümüzde toksik madde sayıldığından tercih edilmi­yor. Bromürden uzak durmak isti­yorsanız, marulla kerevizi azaltın ve bol meyve yiyin. Çünkü meyve­de neredeyse hiç bulunmuyor.

Co - Kobalt (2 miligram)

Sinir sistemini düzenleyen ve B12 vitamininin bir parçası olan kobalta vücudun ihtiyacı var. Hay­van B12 vitaminini üretebiliyor; ancak, insan bunu gerçekleştire­miyor. İnsan, bu vitamini sardalye, somon ve yumurtadan sağlıyor ya da bağırsaklarda yaşayan bakteri­lerden alıyor. Vücudun günde 1,5 mikrogram kobalta ihtiyacı var; ama bunun B12 vitamini şeklinde olması gerekli. C kategorisindeki en önemli element karbon... Biyo­lojik moleküllerin her parçasında var olan karbonun vücuttaki mikta­rı 16 kg. Yine kalsiyum (1,2 kg.), bakır (70 miligram), krom (2 milig­ram) ve klor (95 gram), elementler tablosunda C harfi ile başlayan simgelerin en yaşamsal olanları.

Dy - Diprozyum (Yaklaşık 1 mikrogram)

Bu metal, halojen lambalarda çok yoğun ışık üretmek amacıyla kullanılıyor. Aynı zamanda silinebilir CD'lerde de var. İnsan vücu­dunda kemik dokusunda, karaci­ğerde ve böbreklerde bulunuyor; ama kaynağı gizemini koruyor.

Eu- Öropiyum (Yaklaşık 1 mikrogram)

Diprozyum gibi, öropiyum da vü­cutta çok az miktarda bulunuyor. Ancak, nasıl üretildiği ya da nereden alındığı bilinmiyor. Ay yüzeyin­deki kayalar incelendiğinde, dün­yaya oranla çok daha fazla miktar­da var olduğu görüldü. Bilim adam­ları, bu metal yönünden zengin bit­kiler yetiştirmeyi amaçlıyorlar.

F- Fluor (6gram)

Fluor, az miktarlarda olmak kay­dıyla fluorür (F-) kadar gerekli. Ço­ğu kemiklere, özellikle de dişlere giderek güçlenmelerini sağlıyor. İç­me suyu ve diş macununa katılıyor. Ancak vücut, ihtiyacı olan miktarı en çok tavuk, domuz eti, yumurta, patates, peynir ve çay (bir fincanda 0,4 miligram} gibi doğal besinler­den sağlıyor. Denizlerde fazla mik­tarda bulunduğundan balıklar, fluor yönünden zengin...

Ge - Germanyum (5 miligram)

Sarımsak ve ginsengin (Çin'de ilaç yapımında çok kullanılan bir tür kök) germanyum barındırması, bu besinlerin vücuda neden bu kadar yararlı olduğunu açıklıyor. German­yum üstünde yapılan araştırmalar­da, bağışıklık sistemini güçlendirdi­ği ortaya çıktı. Ancak İngiltere Sağ­lık Bakanlığı, bazı besinlerin ger­manyum içermesinin tıbbi açıdan bir değer taşımadığını açıkladı.

H- Hidrojen (7 kilogram)

Hidrojen, DNA'nın öğelerinden biri ve yaşayan her hücre molekü­lünün de bir parçası. DNA içindeki toplam miktarı, su içindeki hidro­jenle azalıyor. İnsan bedeni sağlıklı kalabilmek için, günde 2,5 litre suya ihtiyaç duyuyor. Bunun yarısı suyla diğer yarısı da yiyeceklerle alınıyor. Su kaybeden kişiye çok yüklü miktarda su verilmesi halin­de kişi ölebilir. Çünkü aşırı su, kalp kasındaki sodyum ve potasyum dengesini bozarak ani kalp krizi­ne yol açıyor.

I - İyot (20 miligram)

İyot genellikle, vücut sıcak­lığını denetleyen hormonun üretildiği tiroit bezinde bulu­nuyor. Azı, tiroit bezinin uza­masına bağlı olarak boyun terlemesine: dolayısıyla halsizliğe ve üşümeye ne­den oluyor. Fazlasıysa, aşırı hareketliliğe sürük­lüyor. Yoğun tarım tek­nikleri sonucunda top­rakta iyot azaldığı için, özellikle Hindistan ve Çin gibi gelişmekte olan ülke­lerde 750 milyon kişide iyot eksikli­ği baş gösterdi. Dünya Sağlık Örgü­tü, 2000 yılında aldığı bir kararla, sofra tuzunda bulunması gereken iyot miktarını kilogramda 15 milig­ram olarak belirledi. Böylece gün­de 5 gramlık iyot alımı ihtiyacı karşılayacak.

Ay yüzeyindeki kayalar üzerinde yapılan araştırmalarda, öropiyum yönünden zengin oldukları tespit edîld

Hidrojenin büyük bölümü suda bulunuyor. Hızlı su kaybı çok tehlikeli.

Db J - Joliotyum

Aslında tabloda J ile başlayan bir element yok. Fransız fizikçi Frederic Joliot-Curie'nin (Marie Curie'nin üvey oğlu) bulduğu 105 joli­otyum elementi, günümüzde dubnium olarak adlandırılıyor. Çok az sayıdaki atomda bulunuyor; ancak, bir dakikadan az süre içinde yok oluyor. Bu nedenle, vücutta zaman zaman ortaya çıkmasına rağmen, miktarına ilişkin bir rakam vermek mümkün değil.

K- Potasyum (140 gram)

Potasyumun K simgesi, elemen­tin Almanca kökenli olan adı "kalium" dan geliyor. Vücutta, en çok kır­mızı kan hücreleri potasyum içeri­yor. Bunu kaslar ve beyin dokusu izliyor. Bir gün içinde alınması önerilen miktar 3,5 gram... Ku­ru üzüm, yerfıstığı, muz, pata­tes, domuz eti, mantar ve çikolata, potasyum açısından zengin besinler. Diyet yapan kişilerin potasyum içeren be­sinleri seçmesi tavsiye edili­yor. ABD'de iğneyle idam et­me sırasında vücuda potas­yum klorür şırınga ediliyor. Bu. kalp atışlarını denetle­yen sinir hücrelerindeki potasyum hareketini en­gelliyor ve kalp duruyor. Aynı zamanda radyoak­tif bir element. Vücutta her saniyede 2.500 potasyum atomu parçalanıyor. Bu durum, do­ğanın genetik değişimi üretmesini destekliyor.

L- Lityum (7 miligram)

Aslında, insan vücudunun bu ele­mente ihtiyacı yok. Ancak, doğada yaygın şekilde bulunduğundan pa­tates, portakal, marul ve lahana gi­bi besinlerle ister istemez alınıyor. 1949'da Avustralyalı doktor John Cade, lityumun domuzlar üstündeki sakinleştirici etkisini keşfetti ve en azılı manik hastasında bunu dene­di. Hastası şaşırtacak derecede sakinleşti; hatta iki ay sonra işinin ba­şına döndü. Günümüzde manik depresyon tedavisinde kullanılıyor. Beyinde manik depresyona yol açan kimyasal iletiyi engelliyor.

Mo - Molibden (5 miligram)

Molibden, alkolü vücuttan atan aldehit oksidaz adlı karaciğer enzi­minin bir parçası. Vücudun ihtiyacı olan en az miktar 0,05 miligram; ancak, alınma miktarının 0,4 milig­ramı geçmemesi gerekli. Aksi takdirde toksik etki yaratıyor. En çok molibden içeren besinler domuz ve kuzu eti, dana ciğeri, yeşil fasulye, yumurta, ayçiçeği çekirdeği, bezel­ye ve yulaf...

Ni - Nikel (15 miligram)

İnsan için yararı olup olmadığı tam olarak bilinmiyor. Ancak, hay­vanlar için yaşamsal bir önem taşıyor. Bu nedenle metali çok az miktarda almak yeterli. Her şeye rağmen, eksikliği insan büyümesi­ni engelliyor. Yiyeceklerdeki çözü­lebilir nikel kolayca emiliyor; an­cak, metal nikel, tenle temas etti­ğinde kaşıntıya neden oluyor. Bu nedenle jartiyerlerinde metal askı bulunanlarda bu kaşıntılar sıklıkla görülüyor.

O2 - Oksijen (43 kilogram)

Vücudun yaklaşık yüzde 60'lık bölümü oksijenden oluşuyor. Su halinde bulunduğundan vücut ağırlığının yüzde 89'undan sorumlu. İn­san beyni işlevlerini sürdürebilmek için oksijene muhtaç. Beyin hücre­leri, oksijen gitmediği taktirde bir dakika içinde ölmeye başlıyor. Yük­sek miktarlarda alınan oksijen de eksikliği kadar tehlikeli. Dalgıçların 10 metrenin altında saf oksijeni so­lumamaları gerekli. Çünkü ciğerle­rinde büyük hasara yol açıyor. Bu durum yüzünden boğulan pek çok dalgıç var. Bu nedenle, yükseltilmiş oksijen bileşimi "nitrox" kullanma­ları tavsiye ediliyor.

P- Fosfor (780 gram)

Doğada sadece fosfat olarak bu­lunuyor. Fosfor atomu 4 oksijen atomuna bağlı. İskelette kalsiyum fosfat şeklinde mevcut, ancak, be­yin de bol miktarda fosfor içeriyor. En etkin hali, günde, saatte 1 kg. gibi yüksek bir miktarda üretildiği ve dönüştürüldüğü enerji molekü­lü ATP içinde yer alıyor. İnsan is­keleti, yüklü bir fosfat rezervi ka­bul edilebilir. Ton ve somon balığı, sardalye, karaciğer, hindi, tavuk, yumurta, peynir zengin fosfor kay­nakları.

Rb- Rubidyum (680 miligram)

İnsanın rubidyuma ihtiyacı yok; ancak, vücut diğer gerekli element­lere oranla daha fazla miktarda ru­bidyum içeriyor. Bu durumdan po­tasyumun sorumlu olduğu söylene­bilir: çünkü, bu iki element doğada birlikte bulunuyor. Bitkiler her ikisi­ni birden emiyor; ama, potasyu­mun emilme oranı rubidyuma göre daha fazla. Soya fasulyesi, çimen ve elmada en çok, çay ve kahvede ise az miktarda var.

Se - Selenyum (14 miligram)

Vücudun her hücresi, kanser ve kısırlığa karşı koruma sağlayan milyonlarca selenyum atomu içeriyor. Saç, böbrekler ve erbezleri en yüksek düzeyde bulunduğu bölüm­ler. Vücudun gereksinim miktarı çok az bile olsa aşıldığında, selen­yum zehirlenmesi riski ortaya çıkı­yor. Bunun en açık belirtisi, nefes almada zorluk ve metil selenyum gazının yol açtığı ağır vücut koku­su. Erkekler için tavsiye edilen gün­lük miktar 75 mikrogram, kadınlar­da ise 60 mikrogram... Genellikle kahvaltılık tahıllar ve kepekli ek­mek yoluyla alınıyor. Brezilya fındı­ğında çok bol miktarda bulunuyor. Ton balığı, morina balığı, somon ve yer fıstığı diğer yoğun olduğu be­sinler. İtalya'da çok sevifen "Albatrellus pes-caprae" türü kültür man­tarının 100 gramında 3.700 mikrog­ram selenyum var. Bu miktarda mantarla yapılacak bir yemek gün­lük dozu 8 kat aşıyor.

Si - Silikon dioksit, Kuvarts (1 gram)

Silikon kemik büyümesinde etki­li, aynı zamanda deride de bulunu­yor. Ekmek ve kahvaltılık tahıllar en zengin silikon barınağı. Hamile kadınların silikona daha fazla ihti­yacı var. Şalgam suyu ya da turşu gibi besinlere aşermelerinin nede­ni, vücutlarındaki silikon ihtiyacının artması. Silikonun yaygın kullanıl­dığı bir başka alan da estetik cer­rahi. Göğüslerini büyütmek isteyen kadınlarda 1990'lı yıllarda kullanıl­maya başlayan silikonun, birtakım sağlık sorunlarına yol açtığı da gö­rüldü. Bunların başında göğüs kan­seri geliyor. Ancak bilimsel araştır­malar göğüs kanserine yakalanma riskinin silikonla ilişkili olmadığını ortaya koyuyor.

Tl - Talyum (0,5 miligram)

Potasyumla birlikte bulunan bir diğer element de talyum... Böbrek­ler ve karaciğer yoğun bir biçimde talyum içeriyor. Talyum, deri yo­luyla da emilebilen toksik özelliğe sahip ağır bir metal. Bileşenlerinin fazla alınması, tırnak düşmesine yol açıyor. 20. yüzyılın başlarında, baş derisindeki mantar etkenli saç dökülmelerini tedavi etmek amacıyla kullanılıyordu. 1962 ile 1971 yılları arasında Graham Young adlı seri katil çok sayıda insanı çay­larına talyum katarak zehirledi.

U- Uranyum (0,1 miligram)

Eğer vücuttaki uran­yum, atom enerjisine dönüştürülebilseydi, çok büyük bir güç elde edilebilirdi. Yemek yo­luyla alınan uranyumun günlük miktarı yaklaşık 1 mikrogram civarında; ancak, çoğu emilmeden atılıyor. En çok mısır ve pa­tatesle vücuda giriyor. Kana karıştı­ğı zaman, iskelette ve kemiklerde birikiyor. Bu aşamadan sonra uran­yumun vücuttan atılması çok zor.

V- Vanadyum (0,1 miligram)

İnsan vücudu için gerekli bir başka element olan vanadyum, sağlıklı büyümede etkili. Vücutta, ihtiyaç duyulandan daha fazla miktarlarda barınıyor. Günde orta­lama 40 mikrogramlık bir miktar insan için fazlasıyla yeterli. Deniz ürünleri ve karaciğer, en çok va­nadyum içeren besinler. Ayçiçeği ve pirinçte de var.

W- Volfram, tungsten (20 mikrogram)

Radyoaktif tungsten izleyicisi ile yapılan testler sonucunda, günlük alımının yaklaşık 12 mikrogram ol­duğu tahmin ediliyor. Ancak, bu miktarın tamamı emilmiyor. Emilen kısım kemiklere ve dalağa gidiyor. Bitkiler tungsteni topraktan sağlı­yor. Üzüm ve arpada ölçülebilir oranlarda bulunuyor.

X- Ksenon (Çok az miktarda)

Kanda az miktarlarda var olma­sına karşın, bu iç gazın biyolojik bir rolü yok. Atmosferden geliyor ve yaygın bir şekilde, uzay mekiğini hareket ettiren iyon motorlarında yakıt olarak kullanılıyor. Yan etkisi olmadığından, günün birinde ame­liyatlarda anestezi amaçlı kullanıla­bilir. Günümüzde çok pahalı oldu­ğu için tercih edilmiyor.

Y- İtriyum (0,5 miligram)

Hakkında çok az şey bilinen bu metal, anne sütünde var. Aslında hiçbir faydası yok; karaciğer ve kemiklerde barınıyor. Çok az besin­de, örneğin lahanada bulunuyor. İt­riyumun radyoaktif izotopu kanser tedavisinde kullanılıyor. Kanser hücrelerine ekleniyor ve radyasyonuyla onları öldürüyor.

Za - Çinko (2,3 miligram)

Erkeklerin en çok ihtiyaç duydu­ğu çinko, menide barınıyor ve yok­luğu sperm sayısında azalmaya yol açıyor. Buğday, tatlı patates, marul, kırmızı et ve istiridye zengin çinko depoları... Kazanova'nın favori yiye­ceğinin istiridye olmasına şaşırma­mak gerek. Mısır'daki erkeklerin ço­ğunda, çinko eksikliğine bağlı ola­rak büyüme bozuklukları ve cinsel sorunlar görülmüştü. Bu da, Mısır topraklarındaki çinko azlığına bağ­lanmıştı. Diyet uzmanları, normal tedavi yöntemlerine cevap vermeyen anorexia nervosa, âdet ön­cesi gerilim, depresyon, sivilce ve grip gibi hastalıklarda öneriyorlar.